GIJN Türkçe Editör Seçkisi / İlistratör: Joanna Demarco / GIJN
Altın Madeni Felaketleri, Kayıp Mülteci Tekneleri, Yapay Zekâ Destekli Protesto Bastırmaları: 2025’te Türkiye’den En İyi Araştırmacı Gazetecilik Dosyaları
Bu Yazıyı Oku
Türkiye’de araştırmacı gazetecilik, çalışma koşullarının zorlaşmasına rağmen bu yıl da güçlü bir direnç, derinlik ve etki ortaya koydu. Siyasi baskılar, bilgiye erişimdeki kısıtlar ve basın özgürlüğüne yönelik tehditler, bu alanda çalışan gazeteciler üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaya devam ediyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 158. sırada yer alıyor. RSF raporuna göre ulusal medyanın yüzde 90’ı hükümet kontrolünde. Neredeyse sistematik hale gelen çevrim içi sansür, eleştirel medya kuruluşlarına karşı açılan keyfi davalar ve yargı sisteminin baskı aracı olarak kullanılması, bağımsız gazetecilik açısından ciddi engeller yaratıyor.
Buna karşın, bu seçkide yer alan araştırmaların da gösterdiği gibi; çevresel felaketlerin izini sürmekten insan hakları ihlallerini açığa çıkarmaya, mali yolsuzlukları ortaya koymaktan dijital gözetim mekanizmalarını deşifre etmeye kadar uzanan geniş bir alanda bağımsız gazetecilik, Türkiye’de hâlâ vazgeçilmez bir kamusal rol oynuyor.
Bu yıl öne çıkan çevre gazeteciliği dosyaları arasında, Doğu Anadolu’da bir altın madeninde denetim eksikliğini ve bunun yol açtığı felaketleri ele alan çok bölümlü bir araştırma ile, “sonsuz kimyasallar” olarak bilinen PFAS maddelerine ilişkin Avrupa Birliği düzenlemelerini zayıflatmaya yönelik şirketlerin lobi faaliyetlerini mercek altına alan kapsamlı bir çalışma bulunuyor.
Türkiye’deki toplumsal ve kurumsal krizlere odaklanan araştırmalar; polisler arasında artan intihar vakalarını, sivil toplum alanındaki cinsel istismar iddialarını ve kara para aklama ağlarını gündeme taşıyor. Türkiye’ye getirilen Ukraynalı yetim çocukların maruz kaldığı ihmal ve istismarı ortaya koyan bir başka araştırma ise insani yardım projelerindeki yapısal sorunları gözler önüne seriyor. Buna ek olarak, yapay zekâ destekli protesto takibi ve Avrupa Birliği fonlarıyla geliştirilen gözetim teknolojilerine ilişkin dosyalar, teknolojik ilerleme ile sivil özgürlükler arasındaki gerilimi açık biçimde ortaya koyuyor.
Tüm bu çalışmaların ortak noktası şu: Araştırmacı gazeteciler, ihlalleri görünür kılmak, demokratik değerleri korumak ve kamusal hesap verebilirliğin hem güç sahipleri hem de en kırılgan kesimler için işlemesini sağlamak açısından kritik bir rol üstleniyor. 2025 yılına ait bu araştırmalar, Türkiye’deki araştırmacı gazetecilerin hem cesaretini hem de mesleki yetkinliğini ortaya koyan güçlü örnekler sunuyor.
İliç’te İki Köyün Hikâyesi: Çöpler ve Sabırlı
Ortak’ın araştırmacı gazetecilik ekibi tarafından yürütülen ve çevrim içi gazete T24’te yayımlanan bu çok bölümlü araştırma, aylar süren saha çalışmasının ürünü. Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni’ne odaklanan kapsamlı dosya; devletin etkili bir denetim mekanizması kuramadığını, madenin çevre köyler üzerindeki toplumsal etkilerini ve Şubat 2024’te dokuz işçinin hayatını kaybettiği toprak kaymasının nedenlerine ilişkin yürütülen incelemeyi ortaya koyuyor.
Muhabirler, Çöpler ve Sabırlı adlı iki köyün iç içe geçen hikâyesi üzerinden madencilik faaliyetlerinin etkisini derinlemesine ele alıyor. Kırılma noktasının, Fırat Nehri’ne yakın bir alanda toprağı kirleten siyanür sızıntısının ardından yaşandığına dikkat çekiliyor. Sızıntının tespit edilmesinin ardından maden 88 gün süreyle kapatılmış olsa da, bölge halkının ve uzmanların süregelen itirazlarına rağmen faaliyetler Eylül 2022’de yeniden başladı.
Gazeteciler; bölge sakinleriyle, altın madeninde çalışan ve daha önce çalışmış işçilerle ile taşeron firma çalışanlarıyla; denetimden sorumlu bakanlık yetkilileri ve yerel yöneticilerle; ayrıca Türkiye genelinde madencilik faaliyetlerini izleyen uzmanlarla 100’den fazla görüşme gerçekleştirdi. Konuma dayalı “öncesi/sonrası” haritalar, bölgenin peyzajının tarihsel olarak nasıl dönüştürüldüğünü belgelemeyi sağladı. Ağ analizi haritaları ise yükleniciler, taşeronlar, şirketler ve kişiler gibi sürece dâhil olan tüm aktörler arasındaki ilişkileri ortaya koydu.
Araştırma sonucunda savcılıklar, taksirle ölüme neden olma ve çevre suçları kapsamında soruşturmalar başlattı; sivil toplum örgütleri suç duyurusunda bulundu. Konu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de gündeme geldi. Maden hâlihazırda faaliyette değil ve projenin geleceği belirsizliğini koruyor.
PFAS “Sonsuz Kimyasallar” Konusunda AB’yi Etkilemeye Yönelik Lobi Faaliyetlerinin Perde Arkası
Araştırmacı gazetecilik sitesi The Black Sea tarafından yürütülen araştırma, Avrupa Birliği’nin “sonsuz kimyasallar” olarak bilinen maddelere yönelik bir yasak üzerinde düşündüğü kritik bir dönemde, AB milletvekillerini etkilemeye yönelik olağanüstü bir lobi faaliyetinde yer alan Türkiye merkezli yapıları mercek altına aldı. Per- ve polifloroalkil maddeler (PFAS), doğada parçalanmadıkları için insan sağlığı ve çevre açısından zararla ilişkilendirilen sentetik kimyasallar olarak biliniyor. Araştırma, AB’nin binlerce PFAS bileşiğine yönelik tarihî bir yasak hazırlığında olduğu bir süreçte, bu maddeleri üreten şirketler ile sanayi kullanıcılarının, AB düzenleyicilerini etkilemek amacıyla yürüttüğü kapsamlı ve son derece koordineli bir girişimi ortaya koyuyor.
Araştırmaya göre şirketler, PFAS’a maruziyeti sınırlamayı amaçlayan düzenlemeleri zayıflatmak ya da geciktirmek için bilimsel verileri çarpıttı, dezenformasyon stratejileri kullandı ve yoğun siyasi lobi faaliyetleri yürüttü. Türkiye’de ise PFAS kirliliğinin varlığına dair bulgular olmasına rağmen bu kirlilik büyük ölçüde belgelenmiş değil. İnceleme kapsamında, söz konusu kimyasalların nehirlerde, göllerde, balıklarda ve hatta içme suyunda tespit edildiği; bazı bölgelerde ise uzun vadeli kirlilik riskine işaret eden bulguların bulunduğu belirlendi.
Türkiye’nin Yapay Zekâ Destekli Protesto Baskısı

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından düzenlenen protestolara geniş çaplı gözaltılarla karşılık verildi. Görsel: Shutterstock
New Lines Magazine’de yayımlanan bu araştırma, Türkiye’de yetkililerin, temel hakları korumak için tasarlanmış hukuki güvenceleri baypas ederek yapay zekâ destekli gözetim ve yüz tanıma temelli kolluk uygulamalarını nasıl genişlettiğini ortaya koydu.
Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından ülke genelinde başlayan protestolara kapsamlı gözaltılarla karşılık verildi: yaklaşık 2 bin kişi gözaltına alındı, 239 kişi ise resmen tutuklandı. Haberde, protestocuların sıklıkla polis tarafından işletilen yüz tanıma sistemleri, sokak kameraları, vücuda takılan cihazlar ve sosyal medya görüntüleri aracılığıyla tespit edildiği belirtiliyor. Birçok vakada, yalnızca bir gösteride fiziksel olarak bulunmak hatta tıbbi maske takmak dahi suçlayıcı delil olarak değerlendirildi.
Araştırma, Türkiye’nin bu gözetim mimarisini ne denli hızlı biçimde genişlettiğini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Tanık ifadeleri ile belgesel kanıtların bir araya getirilmesi, resmî ihale kayıtları ve polis raporlarının çapraz kontrol edilmesiyle elde edilen bulgular, ortak bir örüntüye işaret ediyor: sabahın erken saatlerinde yapılan baskınlarla gözaltına alınan yüzlerce protestocu; yetkililerin silah, şiddet ya da suç kastına dair inandırıcı bir kanıt sunmadığı hâlde haklarında dava açılan ve tutuklu yargılanan onlarca kişi. Araştırmaya göre ortaya çıkan tablo, sıradan yurttaşlık katılımını cezai sorumluluğa dönüştüren, sistematik bir “gözetim ve kovuşturma makinesi”.
BBC’nin “Yardım Karşılığı Cinsel İstismar” Araştırması: Vakıf Başkanı Tutuklandı
BBC News Türkçe araştırması, Ankara’da faaliyet gösteren bir mülteci yardım derneğinin başkanının tutuklanmasıyla sonuçlandı. Birden fazla Suriyeli kadın, söz konusu kişinin yardım karşılığında kendilerini cinsel olarak istismar ettiğini ileri sürdü. Kadınlar — son derece kırılgan anlarında başvurdukları Umut Yardımlaşma Derneği aracılığıyla bu kişiyle temas kurduklarını — başlangıçta kendisini bir hayırsever gibi tanıtan yardım görevlisinin, daha sonra içinde bulundukları çaresizliği kullanarak onları baskı altına aldığını, korkuttuğunu ve cinsel saldırıda bulunduğunu anlattı.
Haberde üç kadın, maruz kaldıkları taciz ve saldırılara ilişkin ayrıntılı ifadeler paylaştı. Bu ifadelerde, kendilerine elle sarkıntılık yapıldığı, istenmeyen fiziksel temaslara zorlandıkları, cinsel eylemlere rıza göstermeye zorlandıkları ve karşı koymaları hâlinde sınır dışı edilmekle tehdit edildikleri öne sürüldü. Bu anlatımlar, aralarında eski çalışanların da bulunduğu yedi kişi tarafından da desteklendi. Söz konusu kişiler, 2016–2024 yılları arasında benzer istismarların yaşandığına tanık olduklarını ya da bu yönde bilgi sahibi olduklarını söyledi. Geçmişte ortaya atılan iddialara rağmen, mağdurların resmî şikâyette bulunmaktan korkmaları nedeniyle önceki dosyaların kapatıldığı belirtildi.
BBC’nin araştırmasının ardından daha fazla kadın ortaya çıkarak ifade verdi. Bu tanıklıklar sonucunda resmî suçlamalar yöneltildi; söz konusu kişi tutuklandı ve hâlen cezaevinde yargılanmayı bekliyor. Şüpheli ise suçlamaları reddediyor; derneğinin son on yılda on binlerce mülteciye yardım ettiğini savunuyor ve ileri sürdüğü bir sağlık durumunun bazı iddiaları geçersiz kıldığını öne sürüyor.
2023 yılının Aralık ayında Suriyeli göçmenleri taşıyan dört tekne Lübnan’ın Trablusşam (Tripoli) liman kentinden denize açıldı. Bu teknelerden üçü Kıbrıs’a ulaşmayı başardı. Dördüncü tekne ise Princess Lulu aralarında 35 çocuğun da bulunduğu 85 kişiyle birlikte gece karanlığında kayboldu. Ailelerin çaresiz yardım çağrılarına, gönüllü izleme ağlarının uyarılarına ve yolcular tarafından gönderilen son mesajlara rağmen herhangi bir arama-kurtarma operasyonu başlatılmadı, resmî bir soruşturma da açılmadı. Haftalar sonra cesetler kıyılara vurmaya başladı. Türkiye, Kuzey Kıbrıs ve Suriye kıyılarında yaklaşık 20 kişinin cansız bedenine ulaşıldı.
Türkiye, Kıbrıs ve Lübnan’da yürütülen saha çalışmaları sırasında The Black Sea ekibi, kayıpların yakınlarına ve insan kaçakçılığı ağlarının kilit isimlerine ulaştı. Araştırma, Trablusşam merkezli, çok katmanlı bir insan kaçakçılığı zincirini ortaya koydu: ailelerin binlerce dolar ödediği bir sistem; son anda değiştirilen bir mürettebat; bakımsız ve arızalı bir tekne; ayrıca bazı tanıkların dile getirdiği üzere teknede uyuşturucu taşınmış olabileceğine dair şüpheler. Kaçakçılar, ilk günlerde “herkes Kıbrıs’a ulaştı” diyerek aileleri oyalamaya çalışırken, hâlâ ellerinde tuttukları nakit teminatları serbest bırakmaya da girişti. Yolcuların gönderdiği son videolarda, insanların güvensiz şişme simitlere tutunarak hayatta kalmaya çalıştığı görülüyor. Onlarca aile hâlâ yanıt ve hesap verebilirlik bekliyor.
Kara Para Aklama Operasyonlarının Perde Arkası
Fayn Press araştırması, Türkiye’deki kara para aklama yapılarını ve süreçlerini açığa çıkararak devlet ile özel sektör arasındaki kesişim noktalarına dair kapsamlı bir analiz sunuyor. Sosyal medyada sergiledikleri gösterişli yaşam tarzlarıyla tanınan bir güzellik salonu sahibi ile eşi, iddialara göre bu faaliyetlerin merkezinde yer alıyor. Çift; kara para aklama, yasa dışı bahis ve vergi ihlalleriyle bağlantılı çeşitli suçlamalarla karşı karşıya bulunuyor. Her iki isim de yöneltilen suçlamaları reddediyor. Fintek, lüks otelcilik ve medya sektörlerinde faaliyet gösteren bazı önde gelen şirketlerin de soruşturmada adı geçiyor.
Araştırma ekibi, çalışmasına kamuya açık mahkeme kayıtları ve ihale verilerini inceleyerek başladı; bu belgeleri şirket sicilleri, offshore veritabanları ve sızdırılmış belgelerle çapraz kontrol etti. Dijital haritalama araçları kullanılarak mülkiyet yapıları, paravan şirketler ve siyasi bağlantılar tespit edilerek bu karmaşık ilişkiler ağı görünür kılındı. Araştırmada, 2016 tarihli Varlık Barışı Yasası’nın Türkiye’yi kara para aklama açısından cazip bir merkez haline getiren unsurlardan biri olduğu vurgulanıyor. Uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, kaçakçılık, yasa dışı bahis, fuhuş ve organ ticareti gibi suçlardan elde edilen milyarlarca doların bu yolla ekonomiye aktarıldığı ifade ediliyor.
Kısa Dalga adlı çevrimiçi haber sitesinde yayımlanan bu üç bölümlük araştırma, Türkiye’de son yıllarda polis intiharlarında keskin bir artış yaşandığını ortaya koydu; resmi soruşturmaların yetersizliklerini ve krizin sürmesine yol açan kurumsal dinamikleri mercek altına aldı. Resmi verilere göre, son beş yılda 450’den fazla polis memuru, son yirmi yılda ise 1.000’i aşkın polis yaşamına son verdi. Buna karşın vakaların büyük bölümü, herhangi bir anlamlı inceleme yapılmadan hızla kapatılıyor.
Araştırmanın birinci bölümünde, sorunun boyutu, intihar vakalarındaki artış ve ailelerin yanıt bekleyen çok sayıda sorusu ele alındı. İkinci bölümde ise intihar vakalarının nasıl hatalı biçimde ele alındığı; telefon kayıtları ve tanık ifadelerinin yeterince incelenmediği, personeliyle ilgili sorunlar bulunan amirlerin ise neredeyse hiç sorumlulukla karşılaşmadığı ortaya kondu. Üçüncü bölüm, polis intiharlarının tek bir nedene dayanmadığını, aksine bir “tükenmişlik zinciri”nin sonucu olduğunu gösterdi. Düşük maaşlar, hızla artan kiralar, yıpratıcı vardiya sistemleri, amir baskısı ve hukuka aykırı emirler bu zincirin başlıca halkalarını oluşturuyor. Araştırma, polis intiharlarının bireysel değil, yapısal sorunların sonucu olduğunun altını çiziyor.
İklim Dezenformasyonunun Yeni Yüzü
Türkiye merkezli doğrulama platformu Teyit tarafından hazırlanan bu rapor, botlar, troll ağları ve algoritmalar tarafından yönlendirilen içerik akışlarının iklim inkârcılığını nasıl büyüttüğünü; bilime duyulan güveni aşındırarak iklim eylemini doğrudan zayıflattığını ortaya koydu. Raporda özellikle X, YouTube/Google, Meta ve TikTok gibi platformların politikalarına odaklanıldı; bu şirketlerin resmen ilan ettikleri kurallar ile bunların pratikte uygulanışı arasındaki ciddi uçurum gözler önüne serildi. Ekip, bazı platformların iklimle ilgili yanlış bilgileri sınırlamaya yönelik politikalar geliştirmiş olsa da, bu politikaların etkisinin son derece sınırlı kaldığını tespit etti. Örneğin X’in “Community Notes” mekanizması, yanlış bir ifadeyi çoğu zaman ancak yaygınlaştıktan sonra yanlış bilgi olarak etiketlerken; Meta’nın 2025 yılında ABD’de bağımsız doğrulama kuruluşlarıyla yürüttüğü iş birliklerini sonlandırması, denetim mekanizmalarını daha da zayıflattı.
Araştırma; platform politikaları ve bunların uygulanışı, akademik çalışmalar ve algoritmik davranışların izlenmesine dair bulguları bir araya getirerek, sosyal medya platformlarının iklimle ilgili yanlış bilgilerle mücadelede tutarsız ve büyük ölçüde etkisiz kaldığını ortaya koydu.
Türkiye’ye Getirilen Ukraynalı Yetimleri Hedef Alan İhmal ve İstismar Zinciri
Ukraynalı bir hayır kuruluşu tarafından yürütülen Savaşsız Bir Çocukluk projesi kapsamında, 2022 yılında Doğu Ukrayna’daki yetimhanelerden 510 çocuk Türkiye’ye getirildi ve geçici olarak Antalya’daki bir otelde barındırıldı. Ukrayna merkezli Slidstvo, Investigate.cz ve OCCRP’nin, Ukrayna Ombudsmanlık Ofisi’nin izleme raporuna dayanan ve oteldeki koşulları anlatan bir haberi yayımlamasının ardından, Türkiye’de haftalık olarak yayımlanan Agos gazetesi de konuya ilişkin kendi araştırma dizisini başlattı. Araştırma, çocukların barınma, beslenme, hijyen, sağlık hizmetleri ve güvenlik dâhil olmak üzere temel ihtiyaçlarının yeterince karşılanmadığını ortaya koydu. Denetim ekiplerinin gözlemleri sistematik bir ihmal tablosuna işaret ederken, daha ağır iddialar cinsel istismar ve zorla çalıştırmaya ilişkindi. Haberde, en az iki otel çalışanının reşit olmayan kız çocuklarıyla cinsel ilişkiye girmekle suçlandığı, bu ilişkiler sonucunda hamilelikler yaşandığı ve ardından çocukların Ukrayna’ya geri gönderildiği aktarıldı. Ayrıca çocukların temizlik, bakım hizmetleri ve engelli akranlarına yardım gibi yaşlarının çok ötesinde sorumluluklar üstlenmeye zorlandığı öne sürüldü. Bir çocuğun ise kaybolduğu bildirildi.
Slidstvo’ya verdiği bir röportajda, organizasyonun arkasındaki Ukraynalı iş insanı, kendisi ve ekibinin “zor koşullar altında mümkün olanın en iyisini yaptığını” savundu ve Ombudsmanlık raporunun sonuçlarını “hatalı” olarak nitelendirdi.
Bu araştırmanın etkisi geniş çaplı oldu. Türkiye’de birçok medya kuruluşu Agos’un haberlerini gündemine aldı; yetkililer otelin daha ayrıntılı biçimde inceleneceğini açıkladı; çocuk refahından sorumlu bakanlık ise soruşturma başlattı. Ancak hem Türkiye’de hem de Ukrayna’da yürütülen resmi incelemeler, yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle daha sonra kapatıldı.
Türkiye, Brüksel’in Desteğiyle Vatandaşlarını Daha Fazla Gözetliyor
Follow the Money tarafından yürütülen bu araştırma, Türkiye hükümetine gözetleme ve yüz tanıma teknolojileri sağlayan bazı şirketlerin aynı zamanda Avrupa Birliği araştırma fonlarından yararlanmış ya da hâlen yararlanıyor olmasını mercek altına aldı. Bu durum, AB kaynaklarının dolaylı yoldan otoriter gözetim uygulamalarını destekleyip desteklemediğine dair ciddi soru işaretleri doğuruyor. Araştırma kapsamında polis raporları, mahkeme belgeleri, kamu ihaleleri, şirketlerin mali raporları ve AB fon veri tabanları incelendi; ayrıca protestocular, avukatlar, insan hakları uzmanları ve bir Avrupa Parlamentosu üyesiyle görüşmeler yapıldı.
Gazeteciler, daha önce AB araştırma fonlarından yararlanmış bazı Türk şirketlerinin, hükümet karşıtı protestocuların izlenmesi ve yargılanmasında kullanılan teknolojileri sağladığına dair bulgulara ulaştı. Rapora göre, Avrupalı vergi mükelleflerinin parası, dolaylı da olsa, AB üyesi olmayan bir ülkede muhalefeti ve sivil özgürlükleri bastırmaya yönelik bir gözetim altyapısına katkı sunuyor olabilir.
Pınar Dağ, GIJN Türkçe’nin editörüdür ve Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Veri Okuryazarlığı Derneği (DLA), Data Journalism Platform Turkey ve Dağ Medya’nın kurucularındandır. Açık veri, veri okuryazarlığı, veri görselleştirme ve veri gazeteciliği alanlarında çalışmakta; 2012’den bu yana bu konularda atölyeler düzenlemektedir. Ayrıca Sigma Data Journalism Awards jürisinde yer almaktadır.







